Kapitalist Mindfulness?
Öz bakım fetişizmiydi, kişisel gelişimdi derken ızdırabımızın nedenlerini yalnızca zihnimizin işleyişinde arar olduk. Çünkü altmetin şu: Sen değişirsen dünya değişir. İtiraf ediyorum, bu cümlenin benzerini pek çok kez sunumlarımda kullandım. Acemiliğime, tuzu kuruluğuma veriyorum. Peki ya kaynağı zihnimizin dışındaki acılar? Eşitsizliğin, adaletsizliğin, yoksulluğun, işsizliğin sebebiyet verdiği acılar?
Günümüzde rağbet gören hemen hemen her yaklaşımın—ki buna sıklıkla bahsettiğim mindfulness da dahil— hedefinde yalnızca bireyin kendisi var. Sosyal, politik, ekonomik boyutlar neredeyse hiç ele alınmıyor. Kayıtsız birer gözlemci olmanın bedelini yeterince ağır ödemiyor muyuz? “Depresyon değil, kapitalizm” söylemi depresyonu yalnızca dış etkenlere bağlıyor, basite indirgiyor, diyenler var. Kabul. Öte yandan, depresyon her zaman bireysel bir patoloji olmuyor.
Izdırabın nedenlerini kapsamlıca dikkate almayan, “ben”den “biz”e geçişi olmayan her öğreti, yöntem, veya akım eksik kalıyor. Farkındalık “becerileri” yalnızca benim iyi hissetmeme, yalnızca kendime karşı şefkatli olmama, yalnızca benim stresimi azaltmaya yarayacaksa; şimdiye kadar duymadığımız feryatları işitmemize, köklü bir dönüşüm için harekete geçmemize yardımcı olmayacaksa bütün bunların ne anlamı var?
Zeynep Selvili